Avrupa'nın yeni aşırı sağı Siyonizm mi?
Avrupa’nın yeni aşırı sağı Siyonizm mi?
Almanya gibi ülkelerde antisemitizmi önleme adı altında yürürlüğe konan vatandaşlık kısıtlamaları, İsrail eleştirilerini zorlaştıran bir unsur olarak dikkat çekmektedir. İsrail’in stratejik hamleleri, yalnızca Filistin yanlısı hareketleri sınırlamakla kalmayıp, aynı zamanda ifade özgürlüğü, insan hakları ve demokratik değerlere de zarar vermektedir.
Dr. Muhammed Ersin TOY
Medya Stratejisti
İsrail terör devletinin Filistin’e yönelik gerçekleştirdiği soykırım yalnızca Orta Doğu’nun yerel bir sorunu değil, artık tüm insanlığın bir sorunudur. Çünkü terörist İsrail’in gerçekleştirdiği soykırım küresel insan hakları, ifade özgürlüğü ve uluslararası politikada da önemli bir etki yaratmaktadır. İsrail’in, Filistin’de uyguladığı terör ve baskıya karşı yükselen küresel eleştirileri antisemitizm suçlamalarıyla ve Avrupa’da yükselen aşırı sağın öteki düşmanlığıyla bastırma stratejisi, Filistin yanlısı hareketleri ve düşünceleri etkisiz hale getirmeye yönelik bir araç haline gelmiştir. Bu strateji, İsrail’in, dünya kamuoyunu ve Avrupa’daki hükümetler üzerinde medya kontrolü ve aşırı sağ gruplarla iş birliği yaparak etki yaratmasını sağlamaktadır. Bu kapsamda, antisemitizmin, Yahudi topluluklarına yönelik tarihi önyargılara karşı geliştirilen bir kavram olmaktan çıkarak, İsrail’in dış politikalarını eleştiren kesimleri baskı altına almak ve susturmak için stratejik olarak kullanılması, uluslararası kamuoyunda büyük tartışmalara yol açmaktadır.
ANTİSEMİTİZM ADLI SUSTURUCU
Daha sarih bir şekilde ifade edecek olursak; İsrail Terör Devletinin Filistin’e yönelik soykırımı, küresel ölçekte insan hakları normlarını ihlal etmekle suçlanmakta ve İsrail’in bu politikalarına yönelik eleştiriler, antisemitizm suçlamaları yoluyla bastırılmaktadır. İsrail hükümetinin, antisemitizmi bir savunma stratejisi olarak kullanarak Filistin yanlısı hareketleri zayıflatmaya çalışması, uluslararası arenada ifade özgürlüğü ve insan hakları açısından tartışmalara yol açmaktadır. Özellikle Avrupa’da, İsrail’e yönelik eleştirilerin antisemitizm olarak nitelendirilmesi, Filistin yanlısı desteklerin ayrımcılık, baskı ve hatta vatandaşlık iptali gibi yaptırımlarla karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır. Bu durum, İsrail’in Avrupa devletleri üzerindeki etkisinin boyutlarını ve bu süreçleri manipüle etme gücünü gözler önüne sermektedir. İsrail tarihsel süreçte yaşadığını iddia ettiği soykırımı kullanarak Avrupa devletlerini kendine borçlu kılmakta ve böylece kendi politikalarını dayatmaktadır. Avrupa devletlerini Antisemitizm hikayesiyle egemenliği altına alan İsrail, halkları ise korku ve algı manipülasyonlarıyla susturmaya, madunlaştırmaya çalışmaktadır.
Bugün, Avrupa’daki aşırı sağ partiler, İsrail’in politikalarını desteklerken aynı zamanda Müslüman karşıtlığı üzerinden İsrail ile stratejik bir paralellik kurmaktadır. Bu durum, Avrupa’da Müslüman karşıtlığının, İsrail’in Filistin politikalarına dolaylı bir destek sağladığına dair eleştirileri de beraberinde getirmektedir. İsrail’in Filistin karşıtı politikalarının Avrupa’daki aşırı sağ hareketlerce desteklenmesi, yalnızca Filistin’e yönelik eleştirilerin susturulmasını değil, aynı zamanda Avrupa toplumlarında Müslümanlara karşı bir önyargı ve düşmanlık dalgası oluşturulmasını da beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda, İsrail’in Filistin politikasına yönelik eleştirilerin bastırılmasında antisemitizm suçlamalarının nasıl stratejik bir silah haline getirildiği ve bu suçlamaların Avrupa’da Müslüman karşıtı bir siyasi iklimi güçlendirdiği dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, Avrupa’nın aşırı sağ partilerinin İsrail politikalarına koşulsuz desteği, antisemitizm kavramının bu partiler tarafından Müslüman karşıtı politikalara dönüştürülmesiyle, Avrupa’da Filistin yanlısı her türlü söylemin marjinalize edilmesine katkıda bulunmaktadır.
FİLİSTİN YANLILARI VATANDAŞLIK KAYBEDEBİLİR
Son yıllarda Almanya, antisemitizmle mücadele kapsamında, antisemitik suçlar işleyen çifte vatandaşların Alman vatandaşlığının iptal edilmesi tartışmalarını gündeme getirmiştir. Bavyera, Saksonya, Kuzey Ren-Vestfalya ve Hessen gibi eyaletlerde antisemitik suçlardan hüküm giymiş kişilerin vatandaşlıklarının iptal edilmesi önerilmektedir. Bugün, yalnızca antisemitizmle suçlananlar değil, aynı zamanda Filistin’e destek veren vatandaşların da benzer tehlikelerle karşı karşıya kalması Almanya’daki yeni bir tartışma konusudur. Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, antisemitizm karşıtı politikaların artırılması gerektiğini savunarak, bu konudaki uygulamaların sıkılaştırılmasını desteklemiştir. Ayrıca, Saksonya-Anhalt eyaletinde, Alman vatandaşlığına başvuran bireylerden "İsrail'in var olma hakkını desteklediklerini" yazılı olarak beyan etmeleri talep edilmektedir. Almanya’nın yeni vatandaşlık yasasında “İsrail'in var olma hakkını kabul etme” şartı bulunmaktadır ve bu şartı kabul etmeyen bireylerin vatandaşlık başvuruları reddedilmektedir. Bu düzenlemeler, Almanya’nın antisemitizmle mücadeledeki kararlılığını göstermekte olsa da, İsrail’e yönelik eleştirilerin antisemitik söylemlerle aynı kefeye konulması, uluslararası kamuoyunda ifade özgürlüğü adına ciddi endişelere yol açmaktadır. Bu uygulamalar, antisemitizm kavramının İsraillin uyguladığı soykırıma karşı eleştirileri susturmak için kullanılabileceği kaygılarını artırmakta ve Almanya’nın bu bağlamdaki politikalarının tarafsızlığı sorgulanmaktadır.
Avrupa ülkeleri, antisemitizme karşı çeşitli yasal önlemler almıştır. Avrupa'nın yüzde 80’i İsraillin belirlediği antisemitizm tanımını benimsemiştir. Bu tanım nefret suçlarına karşı kapsamlı bir çerçeve sağlamaktadır. Avrupa ülkelerinin yüzde 90’ı Holokost inkârını yasaklamış olup, bu yasak Almanya, Fransa, Belçika ve Avusturya’da sıkı bir şekilde uygulanmaktadır; Birleşik Krallık’ta ise dolaylı olarak nefret söylemi kapsamında değerlendirilmektedir. Tüm ülkeler, antisemitik ve ırkçı nefret söylemlerine karşı düzenlemelere sahiptir.
SİYONİST STRATEJİ
Antisemitizm suçlamalarının stratejik bir baskı aracı olarak kullanılabileceğine dair dikkat çekici örneklerden biri, Amsterdam’da oynanan Ajax-Maccabi Tel Aviv futbol maçında yaşanmıştır. Maç sırasında İsrailli taraftarlar, Filistin bayraklarını indirip Arap kökenli taraftarlara saldırmış ve ardından İsrail hükümeti bu olayı “Yahudi karşıtı saldırılar” olarak tanımlamıştır. Hollanda hükümetine İsrailli vatandaşlarını koruma çağrısında bulunarak antisemitizm suçlaması üzerinden bir tepki talep edilmiştir. Hollanda hükümetinin olayda İsrail’in yanında hızlı bir şekilde saf tutması, antisemitizmin stratejik bir baskı aracı olarak nasıl kullanılabileceğini göstermektedir.
İsrailli taraftarların, aynı maçta İspanya’daki sel felaketi nedeniyle düzenlenen saygı duruşuna katılmamaları ve “Filistin’de okul yok çünkü çocuk yok” gibi provokatif sloganlar atmaları, antisemitizmin bir politik araç olarak nasıl işlev gördüğünü gözler önüne sermektedir. Bu olay, İsrail’in Filistin’e yönelik politikalarının, gündelik yaşamda bile nasıl tartışmalara yol açtığını ve İsrail’in bu eleştirilere karşı stratejik hamlelerde bulunduğunu ortaya koymaktadır.
İsrail’in antisemitizm suçlamalarını yalnızca uluslararası düzeyde değil, kendi iç politikasında da eleştirel sesleri bastırmak için kullandığı görülmektedir. Örneğin, İsrail Meclisi üyesi Ofer Cassif, Gazze Şeridi’ndeki askeri operasyonları "kasıtlı soykırım" olarak tanımladığı için Meclis’ten altı ay uzaklaştırılmıştır. Cassif gibi insan hakları savunucuları ve aktivist politikacılar, İsrail’in Filistin politikalarına yönelik eleştirileri nedeniyle antisemitizm suçlamalarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum, İsrail’in ifade özgürlüğüne yönelik sınırlayıcı bir duruş sergilediğine dair eleştirileri artırmaktadır.
AKADEMİSYENLER BASKI ALTINDA
İsrail’in antisemitizm suçlamalarını Filistin yanlısı eleştirileri bastırmak için kullanması, akademik dünyada da sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık gibi ülkelerde, Filistin yanlısı görüşlere sahip akademisyenlerin antisemitizm suçlamalarıyla karşılaşması yaygın hale gelmiştir. İngiltere’de bir üniversite profesörü olan David Miller, İsrail’in Filistin politikalarına yönelik eleştirileri nedeniyle antisemitizmle suçlanarak görevden alınmış; ABD’de Rutgers Üniversitesi profesörü Jasbir Puar, İsrail’in Filistin’deki ihlallerini eleştiren çalışmaları nedeniyle akademik kariyerinde benzer engellerle karşılaşmıştır. Antisemitizm suçlamalarının, akademik özgürlük üzerindeki etkisi ve akademisyenlerin çalışmalarını sürdürmekte zorlanmalarına yol açması, bu baskının boyutlarını gözler önüne sermektedir.
MEDYA KARARTMASI
İsrail’in Filistin’e yönelik eleştirileri bastırma stratejilerinde medya kontrolü ve algı yönetimi önemli bir yer tutmaktadır. Geleneksel medya kuruluşları ve sosyal medya platformları, İsrail yanlısı içeriklerin öne çıkarılmasını sağlarken, İsrail’e yönelik eleştirilerin gölgede kalmasına neden olmaktadır. Özellikle ABD ve İngiltere gibi Batı ülkelerinde, İsrail’in medya üzerindeki etkisi, soykırım karşıtı görüşlerin kamusal alanda yeterince yankı bulmasını engellemektedir. Örneğin, New York Times ve Washington Post gibi ABD’nin önde gelen medya kuruluşlarında İsrail yanlısı içerikler sıklıkla öne çıkarken, Filistin yanlısı içeriklerin daha az yer bulması dikkat çekmektedir. Aynı şekilde küresel dijital platformlarında da Filistin lehine olan içerikler kaldırılmakta, manipüle edilmekte ve çarpıtılmaktadır. Bu tür medya stratejileri, Filistin’deki insan hakları ihlallerine dair küresel farkındalığı azaltmakta ve antisemitizm söylemleriyle desteklenen bir algı yönetimi oluşturmaktadır. İsrail’in medya üzerindeki bu etkisi kamuoyunun tarafsız bilgilendirilmesini engellemektedir. Medya kontrolü, soykırıma yönelik eleştirilerin sınırlanmasında etkili bir araç olarak öne çıkmaktadır.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ TEHDİT ALTINDA
İsrail, Filistin’deki politikalarına yönelik eleştirileri etkisiz hale getirmek amacıyla antisemitizm suçlamaları, medya manipülasyonu ve Avrupa’daki aşırı sağ hareketlerle kurduğu stratejik iş birliklerinden faydalanmaktadır. Özellikle Almanya gibi ülkelerde, antisemitizmi önleme adına uygulamaya konulan vatandaşlık kısıtlamaları, İsrail'e yönelik eleştirileri ifade etmeyi zorlaştıran önemli bir unsur olarak dikkat çekmektedir. Bu tür stratejiler, yalnızca Filistin yanlısı hareketlerin baskı altına alınmasına yol açmakla kalmayıp, aynı zamanda ifade özgürlüğü, insan hakları ve demokratik değerlere de zarar vermektedir.
İsrail'in Avrupa’daki aşırı sağ grupların Müslüman karşıtı söylemlerinden yararlanarak kendisine destek sağlaması, eleştirel söylemlerin daha da kısıtlanmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda, Le Monde gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısında Gilles Paris, Avrupa Parlamentosu’nda İsrail’e en fazla destek veren 20 partinin tamamının aşırı sağcı ve Avrupa şüphecisi partilerden oluştuğunu vurgulamıştır. Bu durum, İsrail’in özellikle Netanyahu hükümeti döneminde ittifaklarını çeşitlendirme stratejisinin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Bu strateji, Tel Aviv’in Batı başkentlerindeki karar alma mekanizmalarına toplumsal baskı uygulamasına olanak tanımaktadır.
Aşırı sağın İsrail’e verdiği desteğin bir diğer örneği, Fransız aşırı sağcı Marion Maréchal’ın şu ifadesinde görülebilir: “Filistin devletinin tanınması, İsrail ve genel olarak Batı için İslamcı bir devleti tanımak anlamına gelir ve bunun pek çok tehlikesi bulunmaktadır.” Maréchal’in bu yaklaşımı, aşırı sağın Filistin meselesine yönelik bakış açısını ortaya koyarken, bu söylemlerin İsrail’in uluslararası meşruiyetini güçlendirme amacıyla nasıl kullanıldığını da gözler önüne sermektedir.
Gilles Paris ayrıca, “Kökleri İkinci Dünya Savaşı’nın karanlık saatlerine ve Holokost’a kadar uzanan siyasi hareketler, uzun yıllar boyunca İsrail’e mesafeli durmuştur,” ifadesini kullanmıştır. Ancak, bu tarihsel mesafe giderek daralmış ve İsrail’in mevcut hükümeti, Avrupa’nın aşırı sağcı partilerinin en uç ve şiddet yanlısı versiyonlarıyla ortak bir zemin geliştirmiştir. Bu durum, İsrail’in aşırı sağ ile ilişkilerindeki dönüşümü açıkça göstermektedir.
Sonuç olarak, Avrupa’nın aşırı sağ hareketleri, İsrail’in siyonist politika gündeminin bir aracı haline mi gelecektir, yoksa Avrupa, antisemitizmin tarihsel bağlarından kurtularak daha özgür bir politik zemine mi kavuşacaktır? Bu soru, günümüzde Avrupa siyasetinin ve uluslararası toplumun karşı karşıya olduğu en kritik meselelerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Filistin meselesi ise bu bağlamda, insan hakları ve evrensel adalet değerleri açısından tüm dünyaya bir turnusol kağıdı görevi görmektedir.